Vizyon dergisinin 35. sayısında yer alan bu özel röportaj, müziğe adanmış bir ömrün izlerini taşıyor.

Türk pop müziğinin özgün ve üretken isimlerinden Attila Atasoy, sanat hayatında yarım asrı geride bırakırken, müziğe, hayata ve insana dair birikimlerini samimi bir dille paylaşıyor.
SÖHRET NEDİR Kİ?
Müzik, hayatınızın her anında size bir sığınak olmuş gibi görünüyor. Zor zamanlarınızda müziğin size nasıl şifa verdiğini anlatır mısınız?
Üretmek her zaman iyi geldi. Şarkı yazmak, beste yapmak, yaşadıklarımdan ders almak... Bir memur çocuğu olarak ailemde müzisyen olmamasına rağmen, küçüklüğümden beri içimde müzik aşkı vardı. Okul yarışmalarında birinciliklerden, her tür müziği deneyimleyerek yolumu buldum. Gitarla beste yapmaya başlayınca kendi tarzımı oluşturdum. O gün bugündür bu yolda yürüyorum.
Hayatınızda çok zorlandığınız veya sıkıştığınız duyguları müziğe aktardığınız oldu mu?
Elbette. Hicranlar, aşk acıları, kalp kırıklıkları... Biz 70’ler kuşağı olarak özgürlüğü taşıyan ilk kuşaktık. Doğru bir genç olmak, okumak ve çalışmak çok zamanımızı aldı. Ama her acı, müziğe dönüştü.
Geçmişte yaptığınız hatalardan esefle bahsettiğiniz röportajlarınızı okudum. Kendinizi kabul etme ve barışma süreciniz nasıl gelişti?
Kendimle yollara düşerek barıştım. Evet, geçmişte hatalarım oldu. Ama yollarda kendimi buldum. Müzik her zaman yanımdaydı. Uganda’da da, Fiji’de de müzik vardı. Fiji’de konser verdim. Gezmek ve müzik yapmak beni mutlu eden iki şey oldu.
Bir şarkı yazarken içsel süreciniz nasıl işliyor?
Gitarla çalarken bazen kendiliğinden sözler doğuyor. O zaman hemen müziklendiriyorum. Aysel Gürel bana şiirlerini gönderirdi, "Bestele" derdi, ben de hemen yapardım. "Fark Etki", "Gizli Çiçek", "Ben Seni Hiç Tanımadım" gibi şarkılar böyle doğdu. Üretirken hiçbir zaman 'bu şarkı satar mı' diye düşünmedim.
Her dönemin kendine özgü bir ruhu vardır. Sizin müziğe yaklaşımınız yıllar içinde nasıl evrildi?
İlk televizyon kuşağıydık. Şarkılarımız denetime girerdi, geçmesi zordu. Gırtlak namesi, halk müziği düzenlemeleri yasaktı. O dönem Ankara’da, Eskişehir’de, İstanbul’da türkü düzenlemeleri yapıyorduk. Yeni Türkü’den arkadaşlarla beraber müzik yapıyorduk. Param yoktu; harçlıkla şehirlerarası görüşmeler yaparak plak hayali kuruyordum. Sonunda plak yapabildim.
Hayatın farklı yüzlerini görmüş biri olarak, değişmeyen, mutlak olan nedir sizce?
İnsan faktörü değişmiyor. Japonya’da, Kuzey Kore’de gördüğüm sağlam gelenekli toplumlarda huzur buldum. Kuzey Kore'de özel izinle giden ilk Türk grubuyduk. Oradaki disiplin ve huzuru unutamam.
Müzik dünyasında yaşadığınız unutulmaz bir dostluk ya da ihanet hikayeniz var mı?
Cem Karaca’yla yaşadığım bir dostluğu unutamam. İzmir Fuarı'nda çalışırken özel bir nedenle sahneden bir gün izin almıştım. Döndüğümde bana ağır şekilde çıkıştılar. İstifa ettim. Cem Karaca olaya müdahil oldu, “Kadroyu bozma” diye dil döktü. Beni ikna etti. Gerçek bir dostluk örneğiydi.
Zamanla değişen müzik ve toplum dinamiklerine rağmen, sanatınızda sadık kaldığınız prensipler nelerdir?
Düşe kalka, üretmeye devam ettim. Hâlâ üretkenim. Yakında iki yeni şarkı daha geliyor: biri bana ait, biri sürpriz bir isme ait.
Geriye dönüp baktığınızda, küçük ama anlamlı bir anı paylaşır mısınız?
Antalya’da ilkokullar arası yarışmada birinci olup "Çoban" adlı müzikalde başrol oynamıştım. Adım bir süre "Çoban" kaldı. Bunu öğretmenim Muzaffer Tong’a borçluyum. Hayatımda gördüğüm ilk muhterem insandı.
Haksızlık ettiğiniz biri oldu mu?
İlk nişanlımla askerdeyken ayrıldım, ona üzülürüm. Sonra mutlu bir hayatı olmuş. Bir de “Gizli Çiçek” şarkısını ithaf ettiğim Ani vardı. Ona aşıktım ama başka bir kadına da âşıktım. Yıllar sonra Ani’nin cenazesini ben organize ettim. Hâlâ arada mezarını ziyaret ederim.
Sanatta 50. yılınızı kutlarken, geçmişe dönüp baktığınızda öğrendiğiniz en derin ders nedir?
Kendini keşfetmek en büyük ders. Bilge olduğumu iddia etmem. Ama daha çok insan olmanın, üretmenin, dürüstçe yaşamanın önemini öğrendim. Baskı altında kalmadan kendi yolunda yürümek gerek.
“Ben ne istiyorum?” sorusunun cevabı nasıl bulunur sizce?
Düşe kalka. Kitaplardan değil, yaşayarak öğrenilir. Hâlâ çocuk ruhuyla yaşıyorum. Çocuk kalarak da büyüklük yapılabilir. Kimseye zarar vermeden, dostlar biriktirerek yaşamak en güzel şey.